‘Savaşa hayır’ demek ve barış için alanlara!
Fotoğraf: Envato
Savaşsız bir dünya isteyenler bugün barış talepleriyle sokaklarda olacak.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Varşova Paktı üyesi ülkelerin Hitler faşizminin 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek ikinci dünya savaşını başlattığı tarih olan 1 Eylül’ü “Dünya Barış Günü” ilan etmesinin ardından 1 Eylül barış günü olarak benimsendi ve her 1 Eylül’de halklar, “Barış içinde bir dünya” taleplerini haykırdılar.
Bugün de dünyanın her yanında barış talepleri yükselecek ve devletlerin savaş politikalarını lanetleyen gösteriler, etkinlikler yapılacak.
Dünya Barış Günü, “1 Eylül günü” ama uzunca bir zamandan beri dünyanın pek çok ülkesinde barış taleplerini ifade etmek için bir gün yetmiyor. Bu yüzden de pek çok ülkede “Barış Günü”, bir haftaya yayılarak bir “barışı haftası”na dönüşüyor. Türkiye’de barış mücadelesi ise;
1- Komşularındaki ve tüm Ortadoğu’daki iç savaşların, bölünmeye varan mezhep kavgalarının arkasındaki bölgeye emperyalist müdahaleler ve bölge gericiliklerinin çatışmaları kışkırtan politikalarına ama en başta da AKP Hükümetinin, bölgedeki çatışmaların derinleşmesi ve yaygınlaşmasına dayanak olan, Cihatçı örgütlerle paralelleşen yeni Osmanlıcı politikalarına,
2- Kürtlere karşı çeyrek yüzyıldır sürdürülen, Kürt siyasi güçlerini tasfiye ve Kürtlerin özgürlük taleplerini bastırma amaçlı çatışmaların son haftalarda savaş uçakları, tanklar, ağır zırhlı araçların da katılmasıyla yayılıp şiddetlenmesine karşı mücadele, yani hem dışarıda hem de içeride barış talebiyle mücadelenin önemini olağanüstü büyütmüş bulunmaktadır.
Savaş ve barış sorunlarıyla böylesi iç içe olan Türkiye’de, “savaş politikalarına karşı barış mücadelesi”, bir gün değil, bir hafta değil, bütün bir yılın bütün günlerinde süren, bundan sonra da sürmesi daha da elzem hale gelen bir mücadeledir. Çünkü; Türkiye’nin demokratikleşmesi, özgürlüklerin savunulması, halkların kardeşleşmesi ve işçi sınıfının birlik mücadelesi gibi olağan koşullarda ayrı ayrı olabilecek mücadeleler bugün giderek artan bir biçimde “savaşa karşı barış mücadelesiyle” birleşmeye yönelmiş (birleşmiş) bulunmaktadır.
Son 40 günlük gelişmelere bakıldığında bile AKP Hükümetinin İncirlik ve öteki üsleri ABD (ve koalisyon) savaş uçaklarına açması, Türkiye’nin savaş uçaklarının IŞİD’e yönelik hava operasyonlarına fiilen katılmaya başlaması, Rojava’nın stratejik birliğini önleme amaçlı “güvenli bölge” oluşturma girişimleriyle bölgedeki kara kuvvetleriyle katılma hevesini açıkça ifade eden bir çizgiye gelmiştir. Öte yandan Cumhurbaşkanı ve AKP aynı zamanda “Çözüm Süreci”ni buzdolabına koyarak, 7 Haziran’da aldığı yenilginin de kışkırtmasıyla Kürt sorununu silah gücüyle çözme amaçlı geleneksel devlet politikasına dönmüş bulunmaktadır. Nitekim AKP Hükümeti, bölgeye Kayseri ve Bolu komando tugaylarını yeniden bölgeye göndererek niyetini ortaya koyarken bir yandan da “Zafer Bayramı” kutlamalarında Ankara’nın yanı sıra Diyarbakır’ı da(*) askeri gösterilerin merkezi yaparak savaşı yayma ve şiddetlendirme niyetini açıkça ortaya koymuştur.
Bu gelişmelere kentlerde sokağa çıkma yasakları, kent ve mahalle savaşlarının yaygınlaşmasını, artan sivil ölümlerini, hatta her gün birkaç çocuğun öldürülmeye başlamasını eklersek, savaşa karşı mücadelenin Türkiye’nin demokrasi güçleri için en önemli mücadele olduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim Barış Bloku, bu haftanın ülke çapında “içeride ve dışarıda barış” taleplerinin yükseldiği bir hafta olması için çağrı yapmıştır.
Bu çağrı elbette en başta Türkiye’nin demokrasi güçlerinedir ve bu çağrı, barış isteyen Türkiye halkları içinde yaygınlaştırılıp barış talebinin güçlerinin büyütülmesi çağrısıdır.
Evrensel olarak biz de bu çağrıda üstümüze düşeni yapmak için elimizdeki her imkanı değerlendireceğiz.
(*) Ülkenin içinde bulunduğu durumu öne sürerek “Zafer Bayramı” törenlerinin sadece Ankara’da yapılacağını ilan eden Hükümet, Diyarbakır’da da “tören yaptırarak” , üstelik malum kışkırtıcı sloganlara bir güç gösterisine başvurarak, bölgede savaş ısrarını ortaya koymuştur. Bu sembolik girişime, yine önceki gün çıkarılan bir karar da eklenmiş ve AKP Hükümeti “Sayın muhbir vatandaş” çizgisine yeniden dönmüştür ki; bu ‘90’ları da aşıp 12 Eylül Cuntası’nın yöntemlerine dönüldüğünün işaretidir. Bu tür yöntemleri seçimle gelen hükümetlerin kullandığı pek görülmemiştir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00